23 Kasım 2015 Pazartesi

Çiğ börek sevenler parmak kaldırsın?

Bu soruya bizim evde herkes parmak kaldırır. Hele de Beril çok sevdiği için ben evde de yapmaya çalışıyorum.
Annemin tarifini biraz değiştirerek yaptım bu sefer.  (Eski tarif:http://cincinsfikirli.blogcu.com/eskisehir-li-cig-borek-ve-istanbul-lu-ayran/2008150)



ÇİĞ BÖREK
(7-9 adet)
Hamuru için:
3 su bardağı un
2 çorba kaşığı yoğurt
Yaklaşık 1/2 su bardağı ılık su
1 çay kaşığı tuz

İçi için:
100 gr. yağsız veya az yağlı kıyma
1 adet orta boy kuru soğan
1 yemek kaşığı su
1 çay kaşığı tuz, 1 çay kaşığı karabiber

Yapılışı:
Soğanı rendeleyin. Kıyma, su, tuz ve karabiberle karıştırıp cıvık bir harç hazırlayın.  Hamur malzemelerini karıştırıp yoğurun.  Ele yapışmayacak bir hamur elde edin. Kızartma tencerenize veya tavaya 1 su bardağı sıvı yag döküp kızdırmaya baslayın. Hamurdan cevizden biraz büyük parçalar koparın. Unlanmış tezgahta merdane yardımı ile tatlı tabağı büyüklüğünde yuvarlak açın. Yuvarlak açtığınız hamurun yarısına iç malzemeden koyun. Üstünü diğer yarısı ile kapatın. Yarım ay şeklinde iken kenarlarını hamur keseceği ile kesin ve sonra kenarlarını çatal yardımı ile bastırın. Kızdırılmış yağda önlü arkalı kızartın(iç malzeme sulu olduğu için yağ sıçramasına dikkat!) Her iki tarafı altın sarısı renk alınca kağıt havlu serilmiş bir tabağa çıkartın. Sıcak olarak servis yapın. Afiyetle yiyin.
Yanına bol köpüklü ayran yapmayı unutmayın.

18 Kasım 2015 Çarşamba

ARILAR

ARILAR ÖLMESİN!
Bazı Avrupa ülkelerindeki arı nüfusunun yarıdan çoğu yitip gitti. Bilim, nereye gittiklerini, neden kaybolduklarını kesin olarak açıklayamadı. Arkada kesin olmasa da Albert Einstein’a atfedilen “Arılar yok olursa, dört yıl içinde medeniyet de yok olur” sözü kaldı. Sonra diğer birçok yaşamsal mesele gibi, kayıp arıları da unuttuk.

Döndüler mi peki? Avrupa Birliği’nin henüz tamamladığı bir çalışmaya göre, maalesef hayır, arı nüfusu ciddi biçimde düşmeye devam ediyor. 
Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği Başkanı, artık kimsenin kullanmadığı tarım ilaçlarının ülkemizde halen var olduğunu, bunun da arıları öldürdüğünü anlatıyor. Buna rağmen arı varlığının kararlı bir şekilde sürmesinin nedeniyse, Yılmaz’a göre, ülkedeki arı çeşitliliği. Bir de birçok iklim kuşağının Türkiye’de buluşması. Türkiye Çin’den sonra dünyanın ikinci büyük bal üreticisi.


Arılar, çiçekler arasında polenleri taşıyarak dünyadaki canlı çeşitliliğine önemli katkı sunuyor. Ortadan kalkarlarsa bu çeşitlilik de sekteye uğrayacak ve insanlığı tehdit eder boyuta gelecek.

Çocuk&Kitap&Pizza(Çocuğuma kitap okumayı nasıl sevdirebilirim?)


Çocuklara sözlerinizle değil davranışlarınızla örnek olun diye sürekli uyarıyor ya uzmanlar, bunun realitede sonuçlarını ve faydasını öyle sıklıkla yaşıyorum ki... Kitap okumanın bir bireyin gelişimindeki katkısına inanan ve çok kitap okumayı seven biri olarak kızıma bebekliğinden beri kitap okumayı hiç ihmal etmedim. Onun da en sevdiği dakikalardı beni dinlerken kitabın resimlerine bakmak, resimleri dinledikleriyle karsılaştırmak. İlkokul birinci sınıfta artık bayağı iyi bir kütüphanesi vardı. Öğretmeni okumaya başladığında iyi bir kitap kurdu olacağını öngörüyordu. Okumayı söktü, onun sesinden kitap dinlemek ayrı bir zevkti artık. Büyümüş ve şimdi o bana okuyordu(7 yaş).

Ama sonra artık okumak istemiyordu. Çok şaşırdık, neden soğumuştu? Okulun bütün gün oluşu, derslerin ve ödevlerin yoğun oluşu büyük etkendi tamam da okuldan verilen okuması gereken kitapları zorla okutuyorduk artık. Önce empati ve teşhis gerekiyordu. Okuldan verilen ya da önerilen kitaplar sıkıcıydı biir, calışmaktan oynamaya zaten zaman kalmıyordu ikiii, bir de okuduğu kitapların özeti ve resmi isteniyordu üçççç....çocuk sıkılmakta ve okumaktan soğumakta haklıydı.
(7 yaş)

Tekrar onu bu sevgiye geri çekmek için tedavi sırasıydı şimdi. Düşün düşün değişik yöntemler denedim. Kitapçıdan yeni kitapları alması, arkadaşlarıyla kitap değiş tokuşu, evde okuma saatleri, teyzesiyle kitap okuma yarışmaları, kitap fuarını gezmek, yazarlara kitap imzalatmak,kitap ayraçları almak ve yapmak...

Bu yoğun çabalarımdan sonra tutan şey ise şu oldu; onun çok sevdiği kedilerin kahramanı olduğu kitapları bulmak...hele de fantastik kedilerin olduğu...evet bu tuttu...çok şükür ne çok da kedili kitap varmış!Beril hepsini edindi ve okudu...

 

Ben de 30 yıldır sakladığım yaklaşık 100 adet çocukluk kitaplarımı ona hediye ettim. Evde hepsini yere serip fuar yaptı. Okumak için çok heyecanlandı.

Evde anne kız kitap ve kahve keyfi yapıyoruz.(10 yaş )

Şimdilerde bazen kendi stylingi ile kitap fotoları çekip paylaşıyor. Hala kedili kitapları çok seviyor...bir de mitolojik kitapları....(10 yaş)

Bir de her zamanki gibi yemek yapmayı çok seviyor, pizzaya bayılıyor, hamur tarifi Abidimizden. İlk o yaptı bize ayağım kırıkken. Cok leziz oluyor,sonra Beril yazlıkta arkadasiyla yaptı. Asla pizza yemem diyen babaannesi bile severek ve isteyerek 3-4 dilim yedi yani çok beğeni aldı.

Pizza Hamuru Tarifi:
(Büyük fırın tepsisi için ölçü)
2,5 su bardağı un
1/2 çay bardağı sıvı yağ
1 paket instant kuru maya
Bir tutam tuz ve toz şeker
Ilık su

Sosu için 2 yemek kaşığı salça, kekik ve biraz su.

Orta yumuşaklıkta bir hamur yapın. Düzgün yuvarlar bir şekil verin,  üzerini nemli bir bezle örtüp sıcak bir yerde en az 30 dakika mayalandırın. Tepsiye fırın kağıdı serin eğer  sermeyeceksiniz tepsiyi yağlayın ve hamuru ellerinizle tepsiye yayın.
Üzerine salçalı sosu sürün. Üstüne istediğiniz malzemeyi (sosis, salam, sucuk, pastırma,  ton balığı, siyah zeytin, yesil zeytin, mısır, kapari,...) , damak zevkinize uygun olacak malzemeleri bir arada kullanarak serpin. En üste kaşar peynirini rendeleyerek ön ısıtılmış fırına verin. Kasar eriyip kızarınca hamur sertlesmeden alın. Ta taaam...



Afiyet olsun.

1 Ekim 2015 Perşembe

Lorlu Patlıcan Kızartması

Yaz geliyor...kızartmaların sofraları süsleyeceği mevsim başlıyor. Öyleyse arşivden bir tarifi paylaşmanın tam zamanı.




LORLU PATLICAN KIZARTMASI



Çanakkale köylerinde yapılan bu patlıcan kızartmasını annem de çok severek yapar. İşte onun sofrasından bir lezzet:



LORLU PATLICAN KIZARTMASI

Malzemeler:

3 adet uzun patlıcan

250 gr. tatlı lor peyniri

1 adet yumurta

Yarım demet maydanoz veya dereotu(veya yarım demet ikisinin karışımı)

1 çay kaşığı tuz

Kızartmak için bol ayçiçek yağı



Yapılışı:

Patlıcanları alaca soyun. Patlıcanları önce 2.5 parmak kalınlığında enine doğrayın. Sonra o patlıcan dilimlerinin ortasından ikiye bıçakla azıcık kesin(fotoğrafta görüldüğü gibi). Bu şekilde hazırladığınız patlıcanları tuzlu suda en az 20 dakika bekletin(acısı iyice çıksın).

Diğer tarafta bir kapta tatlı lor peynirini iyice ezin, içine 1 yumurtanın tamamını, tuzu ve iyice kıydığınız maydanoz veya dereotunu ekleyin. Tüm malzemeleri iyice karıştırın.

Sudan alıp patlıcanları iyice süzün. Patlıcan dilimlerinin arasına lorlu karışımı yerleştirin. Bu işlemi yaparken patlıcanların ağzını çok açmayın ki bağlantı yeri kırılmasın. Lorun bir kısmı da ağzından taşacak. Tüm patlıcanlara aynı işlemi yaptıktan sonra bol sıvı yağda kızartın.(lorun içinde yumurta olduğu için malzeme patlıcanlardan çıkmıyor, merak etmeyin). Patlıcanların ağzından dışarıda görünen lorlar kızartılınca siyah renge dönüşüyor ama içerideki lor aynı rengini koruyor. Sanırım tüm detaylar bunlar. Yapması basit ama değişik ve hoş bir sunum. Ne dersiniz?

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Baba-Çocuk Kampı -Çadır Kampı hem de!

Mayıs ayı sonunda baba- kız uzun zamandır bekledikleri çadır kampına gittiler. Okul düzenlemişti. Haftasonunu cadirda ve eglencelerle gecirmek..! Öyle heyecanlılardı ki. Ben de onlara kamp ve takım ruhunu yansıtacak bir süpriz hazırladım. 2 beyaz tişörte netten bulduğum çadır kampı tasarımlarını bastırtacaktım. Ama son anda baskıdan vazgeçip bunu kızımın çizmesinin daha güzel olcağına karar verdim. Evde tekstil boya kalemleri vardı nasıl olsa. Tasarımları netten çıktı aldık, beyaz tisörtün altına yerleştirdik ve o çizdi. Öyle sevdi ki bu aktiviteyi. Babasına hediye etmek üzere akşamı sabırsızlıkla bekledi. Babası da görünce bayıldığını söyleyince takım mest olmuştu bile!

Baba- kız tişörtlerini 2.gün giyeceklerdi. Rica etmeme rağmen bir fotoları yok tişörtleriyle. 
Babasının tişört tasarımında bu vardı. 

Kızımınki de böyleydi.

Gece ateş yakmışlar, babalar paintball oynamış , atvye binmişler, doğada yürüyüş yapmışlar ve daha bir sürü oyun oynamışlar. İkisi hala gülümseyerek hatirladiklari anılarla dolu unutamayacaklari bir kamp geçirdiler. 





Çadır kampına gitmeden önce aşağıdaki listeyi hazır etmeniz iyi olacaktır(bizim kamp mayıs ayı sonunda idi).  Bir de gece için eğlence olsun diye fosforlu ışıklı oyuncaklar ve giysiler ve ateşte pişirmek üzere marsmallow eklerseniz keyifleri artacaktır.

Mutlaka baba ve çocuk vakit geçirmeli, ilişki ve iletişim güçlendirip, güzel anılar biriktirmeli.  Darısı sizinkilerin başına.

3 Temmuz 2015 Cuma

KISKANMAAA

Çocuk yetiştirmekle ilgili uzmanların bir sürü uyarısı hergün bizlere ulaşıyor. Uzmanların beslenme, eğitim, kişisel gelişim vb önerilerine kulak veriyoruz, büyüklerimizden farklı, daha bilinçli yetiştirmeye özen gösteriyoruz. Ama hem uzmanların hem bizim esas odak noktamız olması gereken "mutlu çocuk yetiştirme" konusunu bu bilgi yağmurunda kaybediyoruz. Mutluluğun temelinde kendini sevme, ailede koşulsuz sevgi ve sahip olduklarımızla mutlu olma olmalı. Ama biz tüm bunları gölgeleyebilecek olan bir duyguyu, kıskançlığı konuşmayı unutuyoruz.

Kıskançlığın üstüne düşülmeyen, sadece yeni kardeşler olunca gündeme gelen bir konu olması özellikle günümüzün rekabetçi, bir çok uyarana açık, kapitalist topluma doğan ve paylaşmayı bilmeyen neslini son derece negatif etkiliyor.
Kıskançlığın son derece normal bir duygu olduğunu kabul etsek de bunun küçük yaşta bastırılarak kontrol etmeyi öğrenilmesi gerekiyor.

Kıskançlık ruhun hastalığıdır sözüne çok katılıyorum. Kıskanç insanların sahip olduklarıyla mutlu olamayan, diğerlerinin koşullarına ulaşmak için kendilerini mutsuz yapan rekabetçi ve ruhu dağınık insanlar olduklarına inanıyorum.

Oysa ki çocuklarımıza sadece kendilerini mutlu edecek küçük şeylerin farkındalığını yaşatırsak, kendi yeteneklerini geliştirmeye odaklarsak, onunla konuşarak, paylaşmanın önemli olduğunu, arkadaşlıklarını sürdürebilmesi için bazı şeyleri paylaşarak fedakârlık yapması gerektiğini anlatırsak kıskanç olmayan mutlu cocuklar yetistirebiliriz. Bizler de paylaşımcı tavırlarımız ve davranışlarımızla çocuğumuza örnek olmaya çalışmalıyız.
Ama bir kıyafet alıp "arkadaşların seni kıskanacak" dediğinizde, "aman kıskanır" diye başka bir çocuğu ya da bir hayvanı kucağınıza alıp sevmediğinizde onu mutlu ettiğinizi sanıp aslında kıskanç ve mutsuz bir çocuğun temellerini atmış bulunuyorsunuz.

Yıllardır kimseyle kıyaslamadan kendi mutluluğumun peşinden koşan biri olarak annemin beni yetiştirriken gösterdiği özeni kızımda da gösterdim. Bunu test etmek için geçenlerde kızıma(10 yaş) okulda bir etkinlikteki bir rolü kaptırdığı arkadaşını kıskanıp kıskanmadığını sordum. Cevabını aynen aktarıyorum: tabii ki kıskandım anne, herkes kıskanır bu çok normal. Ama bunun için arkadaşlığımı bozmam, arkadaşımı alkışladım. Ben de başka etkinlikte rol alıyorum hem.

Çocuğunuzun koşulsuz sevildiğini bilmesi, sevgiyle verilen şeylerle mutlu olması gerektiğini ve bazı duyguları yönetmeyi öğrenmesi için önce kendinizini mutlu edin lütfen. Bir anne olarak çocuklarımızı sevgi, kültür, ahlak ve güzel duygularla büyütelim.


Güveler, elbiseleri nasıl kemirirse kıskançlık da insanı öyle kemirir. Saint Chryston

Haset, ateş nasıl odunu yer yutarsa iyilikleri yer yutar, mahveder. Hadis-i Şerif

Haset, başkasının balını kendi ağzına zehir etmektir. Cenap Şahabettin

Kıskançlığımız kıskandığımız kişilerin mutluluğundan daha uzun ömürlüdür.  La Rochefoucauld
Kıskançlığımızı ancak sevgi ile yenebiliriz.  Goethe

1 Temmuz 2015 Çarşamba

BİR KIRIK VAKASI...2.bölüm(ayak bileğiniz kırıldıysa...)

Olayın vuku buluşu ve ardından hastane maceram bitti.
Hastanede kırık operasyonu geçirenlere verilen kağıdı okuyunuz. Uyarıları yazılı alıp eve geçiyoruz.





4. Haziran(ameliyattan sonra 2.gün): Sol ayak bileğimde 18 dikişle eve döndüm. Apartmana giriş bir olay, her yer merdiven. Bir tekerlekli sandalyem, 2 de koltuk değneğim var. Koltuk değneklerini kullanamıyorum. Sandalyeyi iyi ki almışız, eşim de onu kullanmayı öğreniyor zamanla. Yatak odama yerleştim. Hiç kalkmadan yatıyorum. Evin düzenini soruyorum, salonu, kızımın odasını ve diğer tarafları göremiyorum. Heryer düzenli, herşey ok diyorlar. Sonra da gülerek "devrik lidersin sen", "yönetim bizde" diyorlar.
Gündüzleri kızıma küçükken bakan teyzemiz gelip bakıyor bana. O olmasa napardım bilmem. Getirdiği walker çok işime yarıyor.
Kızım eve geldim geleli yanımdan hiç ayrılmıyor. Gece benle yatıyor, gündüz yanımda yatakta oturuyor. Sabah babasına ayrı, bana ayrı kahvaltı getirdi evdeki ilk sabahımda. Ikimizin de ayrı zevklerine göre incelikle hazırlamış. Yatakta Uno oynuyoruz, Tv seyrediyoruz, bana mitoloji kitabını okuyor, su getiriyor, ilaçlarımı içiriyor. Antibiyotik, ağrı kesici, mide koruyucu içiyorum. Kan sulandırıcı iğnem var bir de. Eşime siz yapabilirsiniz demiş eczacı. Evet yapar, o öyle beceriklidir ki, ve yaptı da nerdeyse 15 gece. Çok yakıyor ama bu iğne.
Salona geçiyorum sonra, özlemişim evin bu tarafını. Hem misafirlerle rahat rahat oturuyorum.

Alçı ağır, ağrım yok.

10.Haziran(ameliyattan sonra 8. gün): Bu gece kızımın ilkokula veda gecesi var. Hiç gitmek istemiyorum bu koşullarda. Ama miniğim eve geldiğimden beri her gün "sensiz olmaz", "geleceksin annecim" diye ısrarcı oluyor. Gitmezsem çok üzülecek. Internetten sipariş verdiğim gece elbiselerinden biri oluyor üstüme, saçlarımı evde düzleştiriyoruz. Tırnaklarımı da boyadık mı tamamdır. Tekerlekli sandalyemle gideceğim. Berili teyzesi kuaföre götürüyor. Saçlarına tost yaptırdı, çok güzel oldu elbisesi ve saçıyla.  Geliyorum diye mutluluğu daha da katmerli. Uğuruma iyi ki o papyonu almışım, ilk kez takmayı kabul etmişti. Öyle yakıştı ki, görünce gözlerim doluyor, hatta şimdi yazarken de...
Yemek salonuna girdiğimde alkış kopuyor, tekerlekli sandalyemle masamıza yerleşiyorum. Herkes çok güzel, hele çocuklar.... Hepsiyle öpüşüyorum, geçmiş olsun dileklerini alıyorum. Berilim minik kelebeğim etrafta uçuşuyor, sertifikalarını alıyor...sonra danslar başlıyor. Uğura beni piste götür diye yalvarıyorum. Ve pistteyim...

15.Haziran(ameliyattan sonra 13.gün): bugün dikiş alınma günü. 3 günde bir pansumanlarım vardı dikişlerim alınana kadar, eve hemşire geldi. Ve dikişlerim alındı. 15 gün daha alçı ayakta kalacak ama.

Bloga yazı yazıyorum, gazete dergi okuyorum, Tv tüm gün açık, tüm gün sosyal mecrayı takipteyim, şiir ve öykü denemelerim var; kardesim bu oykulerin buyuklere yazmama ragmen cocuklsra uygun oldugunu soyluyor, kızımın begenmesi de bunu destekleyince cok gülüyoruz. Zumba ve dans videoları seyrediyorum. Oturduğum yerde dans edip terliyorum.

Uğur üstüme titriyor, üzülüyorum, yoruluyor diye, Biz aileyiz, aileler böyle yapar diyor, haftasonları beni annelerinin yazlığına götürüyor, zira Beril orada artık. Özlüyoruz onu. Bize de dğişiklik oluyor. Evden çıkmak bir yere gitmek çok zor ama hava almak güzel.

Hava benden yana, çok sıcak yok.

Annem vefatından 2 gün önce hastanede kardşimden altın turkuaz küpelerini istemişti. Takı takmayı özlemişti. Anasının kızı işte ben de giyinmeyi takılarımı özledim. Haftasonu Gülbahçe'de takılarımı takıyor kızım.

Allahım sorunlar veriyor ama çözümleriyle...dağına göre kar misali... Ne dertler gördüm hastanede, annemi babamı kaybettim, üzmüyor beni başıma gelenler, oturmak zor ama oyalanabiliyorum ben, sıkılıyorum bazen ama dert etmiyorum. Geçecek bunlar...

Sıcak huzur, sevgiyle sarmalanmak, bir tatlı dil beni çabuk iyileştiren...
"Kaybetmeden  bilemedim herşey gibi kıymetini
Dalgalandı mı gönlüm
En iyi gelendin
Ne şekerdi tatlı dilin"

29 Haziran(ameliyattan sonra 27.gün): Doktor kontrolüm var. Rontgen filmim iyi çıkınca, yaralar da iyileşince alçı gidiyor. 15 gün daha basmak yasak. Evde ayağımı ileri geri hareket ettirme görevim var. Mutlu eve dönüyorum.
Basmadan gene ayağımı uzatıp yatarak geçse de günler en azından walker la daha rahat hareket ediyorum. Alçı bayağı ağırmış,  hafifledi ayağım.
Haftasonları yazlıkta vakit geçirmek iyi geliyor. Aslında çok bişey yapmıyorum ama arkadaşlarla bir arada olmak güzel.  Bazen kendimi yaşlılar gibi hissediyorum. Ben bir köşede oturuyorum. Etrafımda olaylar kişiler dönüyor ben oturuyorum.

13 Temmuz(ameliyattan sonra 41.gün): Doktor kontrolüm var. Kemikler iyice kaynamış. Hiç sorun yok. Artık basabilirmisim!!! Ama bas basabilirsen... ayağım basmayı unutmuş. İşim kolaylaşacak sanıyordum ama basmak o kadar kolay değilmiş. Artık tek kanedyenle yürüyeceğim. Ilık suda ayağımı çalıştıracağım. Hareket ettirerek kireclenmeyi önleyeceğim. Bu sınavı da geçeceğiz inşallah.
Artık yüzmeye başladım.  Kardeşimle AVM lere gidiyorum.  Hayatımı yavaş yavaş geri alıyorum.
Saçım ameliyattan sonra inanılmaz dökülüyor.
Saçımı kestirince şükür bu dökülme giderek azalıyor.
Bir bayram ve bir doğumgünü(iyi ki doğdun Bernaaa) geliyor ve her şeye rağmen eskisi gibi bir arada ve güzel geçiyor.
10 Ağustos(ameliyattan sonra 69.gün) : Doktor kontrolüm var. Ayağımdaki şişlik normal. Ama hala cok rahat yuruyemiyorun. Artık bileğimi güçlendirecek hareketler önemli. Fizik tedavi gerekiyor.


Bu güne kadar öneriler:
* size bakanların gönüllerini hoş tutun. Netten onlar için bişiler sipariş edin.
* saçlarınız dökülebilir, basar basmaz kestirin.
* bol bol kelle paça çorbası için, söğüş yiyin, kemik suyuna çorbalar yaptırın.
* menünüzde bol bol yoğurt,  süt olsun.
* çok su için.
* ayağınız şişip indikce ölü deriniz ılık suyla birlikte dökülecek. Kaşıntısı oluyor, bol bol vücut kremi sürün ayağınıza ve bacağınıza.






22 Haziran 2015 Pazartesi

Bir kırık vakası 1.bölüm


31.Mayıs:
Baba-kız çadır kampındayken biz de bi Urlaya gidip denize girelim, kamp öğlen bitince onları da yanımıza çağırır süpriz yaparız dedik kardeşimle. Urlada gidip şezlonglarımıza yerleştik, ilk denizimizi açtık, sahilde türk kahvesi keyfimizi yaptık.

Kitaplarımızı çıkardık, okuyacaktık ki, denizden yelkenliler geçmeye başladı. Fotoğraf çekmek üzere biraz buruna yürüdüm, işte olayın geçtiği yer

 kadraja karşı sahilin girmesi için hafif eğildim ve çekim yaptım, tam kalkıyordum ki arkamda kocaman bir kaz, bağırarak bana doğru geliyor, boyu neredeyse üst bacaklarımda, hafif hızlanarak yürürken başka bir kaz da öteki taraftan beni kıstırdı. İşte ayak bileğimin döndüğü, zavallı kardeşimin olaya müdahil olduğu,  ambulansla hastaneye götürüldüğüm ve sonrası hastane ve ameliyat günlüğüm böyle başladı. "Olacakla, öleceğin önüne geçilmez"in yaşanmasıdır. Herşeye rağmen şükür ve daha büyük bir şey olmadığına tesellidir, duygular.
Ama beni dik, uyanık ve dirayetli tutan güç Berilin beni iyi görmesini istemekti. Canım yaa...hastaneye geldiğinde onu hiç böyle görmediğimi düşünüyorum.  Yüzü bembeyaz ve çok çaresiz. Teselli ediyorum, sakinleştirmeye çalışıyorum onu. İyi geliyor ona beni aynı konuşurken  görebilmek. Eşimin beni Urla devlet hastanesinden alıp arabamızla Dokuz Eylül Hastanesine götürürken emin ellerin ve desteğinin müthiş huzurunu yaşıyorum.  Beromla Dokuz Eylül acilde ayrılıyoruz. Bir daha 4 gün görüşemiyoruz.

Dokuz Eylül acil: Mayo ve plaj elbisesi, kumlu ayaklar... hastanede mayom ve elbisem kesilerek çıkarıliyor, uyutuluyorum ve ayağım alçıya alınıyor. Ortopedi servisine yatışım yapılıyor. Sol ayak bileğimde 3 parçalı kırık var. Ameliyat şart.

2.Haziran: tuzlu tuzlu ameliyata girdim. Bileğimde 3 kırık ve tendom yırtılması sonucu anatomime bir plaka ve bir vida eklenerek ameliyatı başarıyla atlattım.

Doktorlarla hic iletisimim yok. "Parmaklarinda his var mı, ağrın var mı". "Var, yok" diyalogu haricinde.
Sonra dayanamayıp soruyorum. Ben ne zaman dans edebilirim? 2 ay sonra cevabı mutlu ediyor.
Doktorların yoğun temposu, mesleğin ehemmiyeti bizim meslekler de meslek mi be diyaloglarına dönüşüyor gene.

Çoook ağrılı ve kafayı kaldıramadığım 3 gün sonucunda ağrı bitti ya diye sevinerek hastanede yemekleri beklememi(iştahlı insan her daim iştahlı), aldığım güzel telefonları, ziyaretime gelenleri, getirdikleri moral verici hediyeleri unutamam.

Hastanenin en komik unutulmaz diyalogu ise benle ilgilenen ama sıfır iletisimimin olduğu doktorumun son pansumanda "iyileşince artık bol bol kaz yersin" demesi oluyor.

Bu arada bir cok normal aktivitenin kıymeti artıyor yattıkça.  Yatağımın karşısındaki refakatçi koltuğuna kadar yürüyebilip, orada biraz oturmak istedigimi unutamam.

4.Haziran: Artık evdeyim. Yazacak, paylaşacak, tavsiye edilecek öyle çok şeyim var ki bu yaşananlara dair bu ilk bölüm olsun...



18 Haziran 2015 Perşembe

Sanat Dostu Arkadaşlar edinmek

  Bir Seramik Macerası adlı blog yazıma gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ederim. Bir yaştan sonra arkadaş edinmenin zorluğunu yaşayan yaş grubunun bir üyesi olarak ne şanslıyım ki seramik kursuna katılan herkes çok nadir insanlardan çıktılar. Sanata değer veren, estetik ve yaratıcı yönü gelişmiş, yardımsever ve tatlı insanlar...bu macerada beraber rol aldığım herkes yazımı okuyup paylaşmış...daha da güzeli o şahane ilk eserlerini paylaşmama izin verdiler.

İşte gözünüzü okşayacak el emeği göz nuru ürünleri paylaşmaya devam...

Kursumuzdan, yumuşak sesli, gezgin, yardımsever, mutfağı müthiş, yaratıcı ve tatlı Filiz Hanım'dan

Ne güzel ne zarif bir ikili.

Kitaplığında kim istemez böyle güzel bir tutucuyu.

Sonra kursumuzun bize kazandırdığı bir Ebru var ki...anlatılmaz yaşanır. Dış görüntüsü sert ama içi çoook tatlı...Çalışkan, iyiliksever, becerikli bir sanatçı. Şeker kızıyla hepimizin kalbine taht kurarken yaptığı eserlerle de hayranlık uyandırdı. Yarışmada aldığı 1.lik ödülü hepimizi gururlandırırken onun gelecekte çok iyi ve ünlü biri olacağı hayallerimiz gerçekleşmeye başlayınca öyle sevindik ki... yarışma ve sergi sonrası eseri Türkan Saylan Sanat Merkezinde(Alsancak İzmir) sergilenmeye başladı. Dileyenler bu güzel calışmayı orada görebilirler.



Ebru'yu tanımak isteyenler, Ebru hali hazırda  Yeni Ebru Sanat(Üçkuyular İzmir) adlı sıcak, samimi atölyesinden sanat ışıkları yaymakta ve azimle yaratıcı işlerine devam etmektedir. 


Onu orada bulun, bir kahvesini için,  sanatsal bir hobiye başlamak için doğru adreste olduğunuzu fark edip mutlu olun.

15 Haziran 2015 Pazartesi

Bir Seramik Macerası

Ekim 2014'te Meldoş'un bizi süpriz olarak yazdırdığı seramik kursuna başladık.  Hocamız seramige gönül vermiş,  birçok başarıya imza atmış uluslararası bir sanatçıydı. Öğrenecek çok şeyimiz vardı.  25 TL'lik çamur paketimizi ve 10 TL'lik alet paketimizi alıp derslere başladık. Seramik Hocamız müfredata göre önce sucuk yapmayı öğretti.

Offff daha ilk giriş olan sucuk yapmada bile zorlandık bizler. Sucukla yaptığımız ilk çalışmalarımız kalemlik benzeri objelerdi. Perforasyon tekniğini kullanarak dilediğimiz tasarımları oyduk kalemliklerimize...

Birini kızıma birini eşime göre tasarladım.  Çizimim çok iyi olmadığı için netten bulup aldığım resimleri kopyalayıp çizdim, sonra oydum ilk çalışmalarıma. Sonra gidip oksitleri,  transparanları ve sırları aldık. Ürünlerimizi sırladık(boyadık).



Eşim bu hobinin çok zor olduğunu ama iyi eserler çıkaracağımı düşündüğünü söyledi,  destekledi hep. Ve kalemlik eşimin ofisinde beni anarak, severek kullandığı bir obje oldu.
                                

Bu da kursun bana kazandırdığı çok güzel ve iyi kalpli arkadaşım Belgin'in ilk ürünleri :

Çalışmalar için 3 gün kursa gittikçe arkadaşlıklarımız da gelişmeye başladı. Öncelikle masa arkadaşlıklarımız gelişti, minik gruplar oluşmuştu. Hocamız bizi kendi eserlerinin de yer aldığı İzmir Kadın Müzesine,  Radyo ve Demokrasi Müzesine götürdü.



Bu mini gezi ile kaynaşan mini gruplar, sınıf başkanımızın girişimiyle her özel günü kutlayıp daha özel kılmaya ve daha da kaynaşmaya başladı.
Sanatın bir ucundan daha önce ya da ilk kez tutan bizler hocamızın ittirmesiyle sürekli araştırıyor ve bulduğumuz eserleri örnek teşkil etmesi amacıyla birbirimizle atölye sayfamızda paylaşıyorduk.
Sucuktan vazolar yaptık.




Küp formlar çalıştık. Ben küp çalışmamı perforasyon tekniği ile takı kutusu olarak ürettim. Kardeşim en başından beri cok takdir etmişti bu zor hobiyi azimle zevkle devam edişimi. Bu kutu da kardeşimin sifonyerinde yer alıyor şimdilerde.

Sonra tablet çalıştık. En sevdigim tema olan deniz teması için bir çizim belirledim. Aşağıdaki kabartma(rölyef) usulü çalışmam 16 saatimi aldı.  Çok zor gelse de sonuçları sevdik.


(Hergün atölyede çokça yediğimiz doğrudur. Simit, kek ve pogaca çamura arkadaşlık etmiştir. )

Herkes öyle güzel tabletler yaptı ki, sabırla yapılan emekler duvarları süsleyince keyfini yaşamak kaldı geriye. İşte sınıfımızın çalışkan,  becerikli, şair, tatlı temsilcisi Esra'nın el emeği göz nuru tabletleri:


Tabak calışmayı ise hepimiz çok sevdik. Tabağım da deniz temalı balkonumda yerini aldı.


Bu da Meldosumun tabağı :

Sonra küre calışmayı öğrendik. Ben kürede ne yapacağımı netleştiremeden elim neye giderse onu çalıştım. Ortaya çıkan şeyi estetik hale getirmek için çoook uğraştım.  Bu arada ara tatil başladı.  Benim küre demlik olmuş ve tamamlanmak üzere eve gelmişti. Ara sıra okul çıkışı cuma akşamları atölyeye gelen kızım çok sevmişti çamuru. Eve getirince deli oldu sevinçten ve onun güzellesmesinde çook emeği oldu.

Sır (boya)seçimleri için Serant'a gittik sürekli. Değişik bir renk denemek istedim. Seçimim bu oldu.

Sonra hocamızın açtığı yarışma için aday oldu bu demlik. Yarışmaya hepimiz gecemizi gündüzümüze katarak hazırlandık. Sırlama ve fırınlama sonuçları kimimizi hüsrana uğratsa da birbirimizi hep moralman destekledik.


Sergiye hazırdık. İlk kez bir sergide bir ürünüm yer alıyor ve yarısma icin aday oluyordu.



Veee...ödüller açıklandı. Jüri özel ödülü almıştım.
Kızımın mutluluğu, ikimizin başarısı hep anılarımızda olacaktı.

Tüm arkadaşlarımın azmi ve başarısı ayrı bir mutluluk sebebi olmuştu. Meldosumun mansiyon ödülü alan güzel eseri şimdi salonunda gururla gözleri okşuyor.




Yarışma sonrası kutlamaya gittik. Sonra Bergama gezisi yaptık. Haftanın 3 gününü beraber geçirdik. Pikniğe gittik. Sergilere beraber katıldık.
Bu arada daha bir sürü şey ürettik. Fırının başında heyecanla sonuçları bekledik.
"Anne bu dantellerle ne yapacağım ben?" derken dantelli tabağımı yaptım. Keşke annem de görseydi...

Parkta bir workshop ve sergi yaptık. Bu da çok ses getirdi, mutlu olduk.


Seramik çok emek ve sabır isteyen ve süprizli bir sanat dalı. Çünkü ürününüz fırından çatlayarak ya da kırılarak çıkabiliyor ya da sırrınız  ( boyanız) beklentiniz dışında çıkabiliyor.

Kursumuzdan eli çabuk,  yetenekli ve özgün çalışan Neziha Hanım'dan da bu güzel örneği paylaşmak isterim. Şimdi yazlığını süslüyor.

Yaklaşık 8 ay süren kurs boyunca çok güzel arkadaşlık yaptık. Sergi sonrası röportajlarımızın oldugu bir Cd kaydımız ve sınıf başkanımızın yaptırdığı bir youtube videomuz bile var.

Hocamızın da hem grubu hem çıkardığımız işleri beğenmesi ile birbirimizden kopmadan seneye de beraber devam etmeye karar verdik.